11 Nisan 1993

MADE IN JAPAN

    Yolda yürürken sizin de başınıza gelebilecek bir olay, şans bu ya, önceki gün benim ba­şıma geldi. Ve başıma geldiği andan, başımdan geçtiği ana de­ğin saniyesi saniyesine, Japon televizyoncuları tarafından vi­deoya kaydedildi. Aynı olay şimdi de, ya bir hafta, ya iki hafta sonra, tüm Japonlar’ın gözleri önüne gelecek. Şimdi Japon televizyoncu­lardan biraz erken davranıyo­rum ve olayıma Japon televiz­yon seyircilerinden önce, tazesi tazesine sizi tanık etmek istiyorum. Önceki gün bir büfeden iki adet kalem pil aldım ve... Eve dönerken bir mağazanın önün­de dört beş kişilik bir Japon grubuyla karşılaştım. Birinin elinde küçük bir vi­deo kamerası vardı, öteki ses al­ma aygıtı taşıyordu, üçüncüsü ise elinde küçük fakat kuvvetli bir ışık tutuyordu. Işık tutan Ja­pon, mağazanın Japon harfle­riyle yazılan adını aydınlatıyor, kameraman ise, vitrinin üstünü bir baştan ötekine kaplayan bu adın görüntüsünü kaydediyor­du. Elektronik aygıtların satıldı­ğı bu mağazanın adı değil, bu adın Japon harfleriyle yazılması çekmiş ilgilerini. “Japon sanayiinin Türki­ye’deki etkisinin izlerini saptı­yoruz” dedi ekipteki Japonlardan biri ve hem kendini, hem de ekipteki arkadaşlarını tanıttı: “Biz Japon televizyonu eki­biyiz” dedi elinde kocaman bir bloknot tutan dördüncü Japon “Japon sanayiinin Türkiye’de­ki izlerini konu alan bir prog­ram hazırlıyoruz. Bu mağaza­nın Japon harfleriyle yazılan adı, bu nedenle ilgimizi çekti.” Japon sanayiinin Türki­ye’deki izlerini saptamak için hiç de sokak sokak dolaşmak zorunda olmadıklarını söyle­dim: “Evim, sekiz on adım öte­de” dedim ‘İsterseniz benimle birlikte evime gelin ve Japon sanayiinin Türkiye’deki izleri­ni benim evimde izleyin.” Japon televizyonculara evimde ilk tanıttığım Japon sa­nayii ürünü, Sony marka tele­vizyonum oldu. Televizyonun dolabının alt rafındaki videomu da gösterdim: “Videom da sizin” dedim “Bakın, o da Sony marka... O da Japon sanayiinin bir ürü­nü.” Evimin bir başka bölümün­de, yerden bir metre kadar yük­seklikte bir müzik setim vardı. Ben göstermeden, Japon meslekdaşlarım gördüler: “Aaa, bu da bizim” dediler “Pioneer marka... Japon ma­lı...” Çalışma masama göz atar at­maz, bir de kahkaha attılar: “Japon sanayii en çok çalış­ma masanda yoğun bir iz bı­rakmış” dediler ve... Masamda­ki Japon ürünlerini tek tek ken­dilerini saymaya başladılar: “Ooo, yeni model bir Toshi­ba diz üstü bilgisayar... Ooo... İki adet Nikon fotoğraf maki­nesi... El büyüklüğündeki bu küçük radyoyu çalışırken dinli­yorsunuz herhalde... Bu da Sony... Bu da Japon malı...” içlerinden birinin gözü bir­den, röportaj teybime takıldı: “Aaa, bir el teypi” dedi “Markası, Sanyo... Bu da bi­zim...” Bir başkası ise, küçük fotoğ­raf makinemi keşfetti: “Ben de bir küçük fotoğraf makinesi gördüm burada” dedi “Konica marka... Bu da Japon sanayii ürünü...” Tam o sırada telefonum çal­dı. Uzandım, telsiz telefonumu elime aldım ve... Ben “Alo” de­meden, konuklarım Japonlar “Aaaa... Panasonic marka... Te­lefonu da bizim” dediler. Konuşmam bittikten sonra telefonu yerine koyarken, içle­rinden biri dikkat etmiş ve... Te­lefonumun yanımdaki telesek­reterimi de görmüş. Define bulmuş gibi arkadaş­larına seslendi: “Sadece telefonu değil, te­lesekreteri de Japon malı” dedi “Onun da markası Panaso­nic...” Ekibin bir başka üyesi ise, bilgisayarıma bağlı yazıcı aygıtı­mı keşfetti: “Printer de var burada” di­ye seslendi arkadaşlarına “Mar­kası, Epson... O da Japon ma­lı…” Japon konuklarıma evimde sadece Türk kahvesi ve Türk çayı ikram ettim. Otellerine dönmek üzere evimden gider­lerken onları ben götürmek iste­dim. “Bu saatte taksi bulmanız biraz zor olabilir” dedim ve ce­ketimin kolunu sıyırdım, saati­me baktım. Japonlar'dan biri hemen çıplak koluma yapıştı: “Saati de bizim, saati de bi­zim” dedi “Bakın... Seiko mar­ka saati...” Kameraman Japon saatli kolumun görüntüsünü de aldı ve hep birlikte kapıdan çıktık. “Böyle buyurun” dedim “Otomobilimi şuraya park et­miştim...” Japon televizyoncular oto­mobilime yaklaştıklarında ka­meraman geri çekildi ve video­sunu çalıştırarak otomobilimin görüntüsünü saptamaya başladı: “Otomobili de bizim” dedi “Mazda... Otomobili de bizim sanayiin ürünü...” Kaldıkları otelin önünde on­ların yapısı benim Mazda'dan inerlerken, birden aklıma geldi: “Cebimdeki pilleri çekmeyi unuttunuz” dedim “Bakın... Bu iki kalem pil de sizin ürünü­nüz... Oğlumun walkmani için almıştım... O da sizin malınız. Japon meslekdaşları bırak­tıktan sonra eve döndüm ve... Derinlere dalıp dalıp, kara kara düşünmeye başladım. “Ben bir Türk işçi miyim, yoksa bir Japon işçi miyim?” diye sordum kendi kendime. Sonra daha derinlere daldım ve daha kara kara düşüncelere gömüldüm: “Ben Türkiye ve Türkler için mi çalışıyorum?” diye sor­dum kendime, “Yoksa Japonya ve Japonlar için mi çalışıyo­rum?...” Ve bu sorumun yanıtını bu­lamadan, başka bir sorunun ağırlığını duydum omuzlarımda: “Bunları sorarken ben ken­di kendime sadece soru mu so­ruyorum?” dedim kendime “Yoksa, bu sorularla, sorudan da öte, hesap mı soruyordum kendimden?...” Benim başıma gelen bu olay, içinizden herhangi birinin başı­na gelebilirdi. Fakat şans, beni buldu. Başıma gelen bu ilginç olayımla ya önümüzdeki hafta, ya ondan bir sonraki hafta, Ja­pon televizyon seyircilerinin karşısına çıkacağım. “Japon sanayiinin Türki­ye’deki izleri” konulu bu prog­ramda sadece kendimi değil, içi­nizden çoğunu da temsil edece­ğime inanıyorum. Benim başıma gelen bu olay, evinde Japon televizyonu, Ja­pon videosu, elinde Japon fotoğ­raf makinesi, kolunda Japon sa­ati bulunan içinizden herhangi birinin başına da rahatlıkla gele­bilirdi, çünkü...

Etiketler:, , , , , , , , , ,

YASAL UYARI: Bu sitede yer alan tüm içerik, METE AKYOL'a aittir. METE AKYOL'un yazılı izni olmadan, bu içeriğin kopyalanması, imzalı veya imzasız kullanılması, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

Menu Title